Havanın tek günde 40 kez değiştiği bugünlerde arabanın içerisinde biriken litrelerce yağmur suyunu temizledikten sonra apar topar Tilburg Üniversitesinde faaliyet gösteren Türk öğrenciler derneği Stichting NBA’nın ve diğer organizasyonların düzenlemiş olduğu “Van gastarbeider tot toptalent“ (Misafir işçi konumundan büyük yeteneklere) sempozyumuna katıldım. Başta şunu ifade etmem gerekiyor ki, mekan üniversite olunca (dolayısıyla sadece Türklerin bulunmadığı bir yer) alışıla geldiğimizden daha farklı organizasyonlara şahit oluyoruz (olumlu manada). Program esnasında güldük, eğlendik, düşündük, taşındık, andık, anladık.. Belki de en önemlisi bu sonuncusuydu: anlamak.
Salonun yarısına yakın olduğu programda sunuculuğu Ersin Kiriş yaptı. Genç sunucu normalde sunuculuk, yazarlılık ve habercilik yapıyor. Herhangi bir diploması olmadığını ifade eden Kiriş, buna rağmen sunuculuk yeteneğini program süresince başarıyla sergiledi. İlk olarak sempozyumdaki konularla alakalı önceden sokaktaki insana sorulan soruları izledik bir filmde. Yorum verenleri şu kategorilere ayırabiliriz: ciddiler, komikler, ‘fikrim yok’cular veyahut fikirsizler, yirmi yüzlüler ve uzaylılar..
Filmin ardından Kiriş ilk konuşmacı olarak Chris Huinder’i takdim etti. Forum (çok kültürlü konular enstitüsü) yetkilisi Huinder, istatistiklerle Hollanda’daki göçmen gruplarının nesilden nesile eğitim durumu hakkında bilgiler verdi. En önemli sonuçlar ise şunlardı:
- Eğitimdeki zaafların bazen normal karşılanması gerekiyor, zira velilerin eğitim durumları çoğunlukla düşük (ve hatta bazen hiç yok).
- Hollanda’da büyüyen/yetişen gençlerin yüksek okullardaki sayıları ve başarıları gün geçtikçe çoğalıyor. 15 Yıllık bir sürede yüksek eğitim görenlerin sayısı ikiye katlandı.
- Göçmen gruplarındaki bu yükseliş bir kuşakta iki kat olurken, eğitim durumu düşük olan Hollandalı ailelerde bu yükseliş ancak üç nesilde elde edilebiliyor.
- Bunun gerekçesi öncelikle eğitimsizliğin getirdiği zor şartların farkında olup, iyi bir yere varmanın azim duygusu.
- Sorulan soru üzerine bu rakamlardan bir çok basın kuruluşu ve diğer kurumların habersiz olduğu belirtildi. Huinder bu durumu “medya için iyi haber, kötü haberdir” şeklinde kısa ve öz bir yorumla açıkladı.
İkinci konuşmacı olarak Mohammed Benzakour mikrofona geçti. Yazarlılık, köşe yazarlılığı ve şairlik yapan Benzakour’un bakış açısı tamamen farklıydı. Ne rakamlara dayalıydı, ne istatistiklere. Eğitim veya öğretim ile elde edilen başarının yetenek sayılamayacağını savundu Fas asıllı yazar. Asıl üstün yeteneğin insanın öğrendiğinin dışında birşeyi başarılı şekilde yapabilmesi olduğunu söyledi. Ve bunun için son derece düşündürücü örneği vardı. Verdiği örnek şu şekildeydi:
Zamanında dedelerimiz, babalarımız kendi ülkelerini, kendi memleketlerini, kendi kültürlerini, kendi eş, dost, akrabalarını ve diğer herşeylerini geride bırakıp; dilini-dinini bilmedikleri, yabancı sokaklarda gördükleri ve tanımadıkları yüzlerin bulunduğu ülkeye sırf geleceklerini kurabilmek, kendilerinden sonra gelecek nesillere elverişli şartlar oluşturma düşüncesiyle geldiler.. Hakikaten bu değil midir gerçek başarı ve yetenek? Elinden tutan yok, haline bakan yok, kendi ayakların üzerinde zorlu bir hayat mücadelesi..
Anlamıştık ve büyüklerimizi anmıştık.. Salondaki öğrenciler yazarın bu bakış açısını son derece içtenlikle alkışlarken, Benzakour daha önce devlet ahkamına bulunduğu bir talepten bahsetti. Hollanda’nın savaş sonrası yeniden kalkınması için büyük katkıda bulunan ve zorlu şartlar altında hayat mücadelesi veren büyüklerimizin anısına henüz bir çoğu hayattayken her eyalete birer anıt yapılması gerektiğini söyledi. Bence de fena bir fikir değil: göçmenlerin bu kadar yoğun olduğu ülkede bunun olmaması bir hata.. Gerçi yanımdaki arkadaş böyle birşey yapılması durumunda “o anıtlara verecekleri parayı bize verseler ya” diyecebilecek büyüklerimizden bahsetmişti kulağıma fısıldayarak. O da doğru ya, bu sefer büyüklerimizi farklı şekilde anmıştık.. : )
Ara verilmişti. Normalde hiç içmediğimiz kahveyi içtik, muhabbet ettik, yönetimi eleştirdik, ‘eleştirmek güzel birşeydir’ diyip helalleştik, sonra organizasyona yine şikayette bulunduk..
İkinci bölüm başlamıştı. Bir film daha hazırlanmış, onu seyrettik. Az kalsın Filistin’e gideceğiz sanmıştım.. Filmin ardından avukat Famile Fatma Arslan’ın hikayesini dinleyecektik bu sefer. Ama bayan Arslan Hollanda’nın eksik olmayan trafiğine takılmıştı. O olmayınca stand-up’cı Roue Verveer’i izledik. Sürinam asıllıymış. Adamın hayatı koca bir komedi, hâl böyle olunca anlatacakları da bitmedi. Ama harbiden gül-gül-gül, karnım ağrıdı. Schiphol Havalimanındaki yaşadıkları mı dersin, Afganistan’da olanları mı dersin, ya da aile içerisinde yaşananları mı dersin.. Güldürmekle kalmadı tabi, güldüren insanlar hep mesaj verirler, bkz. Kemal Sunal. Düşündükten sonra, şimdi taşındık..
Kendisine karşı bu zamana kadar ırkçı yaklaşımın olmadığını söylerken, aslında bunun kendisinden kaynaklandığını söyledi. Yoksa Sürinam’a her gidip-gelmesinde %100 kontrolden geçiyor, ama herşeye rağmen kızmıyor; sırf gıcır-gıcır bir araba kullandığı için durduran polise cevabını yapıştırıyor vs. Bunları bir çok kişi -belki haklı olarak- ırkçı yaklaşım olarak değerlendiriyor. Ama bu arkadaş böyle değil. Dedik ya, hayatı komedi, komik sözlerinde ciddi mesajlar barındırıyor ve bu şekilde daha etkili oluyor.
Ve avukat Famile Fatma Arslan gelmişti. Merakla bekliyorduk hikayesini. Meğer sandığımızdan da fazla zorluklar çekmiş Arslan. Bizimkisi nedir ki..? Biz derdimiz destek verenimizin olmaması. Ama unuttuğumuz şey, karşımıza çıkan hiç kimse olmadı. Fatma Arslan’da maalesef durum böyle değildi. ‘Maalesef’ demek ne kadar doğru olur bilmem, zira bu gerçek bu azmi kazandırdı, daha fazla şeyler öğretti ve bizim önümüze örnek bir başarı hikayesi olarak çıkmaya sebep oldu bu gerçek. Hayır sandığımız şeylerde şer, şer bildiğimiz şeylerde de hayır olabilir misali. Hikaye anlatılırken aklıma babamın yaşadığı bir kıssa aklıma geldi. Zamanında babam bir Türkiye’de bir çok doğu illerinin köylerinde sınıf öğretmenliği yaptı. Okulun tek öğretmeni olan babama kız çocuğu teslim eden babalarının ‘mektup yazmasını bilsin, yeter’ demeleri misali.. Yıl 2012, halen aynı kafaya devam. Herneyse, avukat demiştik. Famile Fatma Arslan mezun olduktan sonra olsun, 10 yıl önce avukat olduğunda olsun, iş hayatında bir çok zorluklar yaşamış.
Bu konuda en büyük mesajı ‘kendini kurban görmemek/göstermemek’. Bir hedefe varılacaksa, azimle, gayretle varılması gerekir. Kendi kendine birşey olmaz. Kişisel şans da lazım bu konuda. Bu şansı senin için başta çevren oluşturur, iyi dostların/yakınların sana yardımcı olurlar ve motive ederler. Yani farkına varmadan iyi bir zemin hazırlanır ve bunun üzerine kendi gayretinle başarını kurarsın.
Hollanda’da aynı zamanda ilk başörtülü avukat olan Arslan’a öğrencilerden gelen soru üzerine, şuan bir çok başı örtülü avukat olduğu bilgisini verdi. Kendisi şuan işveren konumda ve işi büyütmüş vaziyette. Allah başarılarının devamına erdirsin..
3 Saat bu şekilde geçti. Herkese koca bir alkış, güzel bir programdı. Bütün organizatörlere (Academic Forum, Stichting Nieuw Brabantse Academici, Child Chance Foundation ve Ysea’ye) 90 milyon önünde şükranlarımı iletiyorum.
Bu arada doğru ya.. Bachelor eğitimimi tamamlamam için Cuma gününe bir rapor yetiştirmem gerekiyordu. Neyse, daha tam tamına bir gün varmış.. Bunu yapabilirsem gerçekten kendimi yetenekten sayacağım. Ve belli mi olur, gelecek nesillere bu başarımı aktaracağım..
Selâm, sevgi ve saygılarımla,
MehmetİO